31 Ocak 2014 Cuma

İstanbul yedi kule

Hep Roma hep Roma olmaz biraz da başka yedi tepeli güzel bir şehirden bahsedelim İstanbul...

Evet, hem Roma hem de İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş. İki şehir de tarihte çok önemli olaylara sahne olmuş, birçok insanı barındırmış ve  ikisi de bir dönemi açıp kapatan şehirler olarak tarihe isimlerini kazımışlar. Şu ana kadar manzara güzel ama iki şehir arasında çok önemli bir fark var:

-Roma'da sanki zaman durmuş, tarih capcanlı ayakta; bir o kadar da yeşil alanlar itina ile korunuyor. Bir bina inşa etmek deveye hendek atlatmaktan zor.

-İstanbul'da son zamanlarda olan olayları bilirsin. Artık yedi kule olmuş güzel İstanbul. Yeşil alanları korumayı bir yana bırak, o ihale senin bu ihale benim Avrupalıların dediği gibi her taraf mushroom olmuş! Gezi Parkı sadece işin görünen kısmı, dünyaya sesimizi duyurduğumuz artık dur! dediğimiz, zurnanın zırt dediği an... Sinsice İstanbul genişliyor; gökdelenler, bilmem ne tower'lar, yok kentsel dönüşüm, kitlesel birleşim filan falan...

Ailem, sevdiklerimin çoğu burada yaşadığı için yıl içerisinde İstanbul'a sık sık gelip gidiyorum. Her gelişimde de yeni bir rezidans, kule, gökdelen veya alışveriş merkezi ile karşılaşıyorum. Ve de her defasında ağzım beş karış açık kalıyor. Böyle bir yapılaşma, bu kadar kısa sürede nasıl olabilir!? Gecekondu diker gibi hooop bir bakıyorsun al sana bilmem ne kule! İstanbul kimliğini son 14 yılda çok değiştirmiş; adeta çakma Dubai olmuş. Eeee tabi Arap yatırımcılar sağ olsun, bir bahardır estirdi bir zamanlar...

Neyse ufak bir tur attım memleketimde ve bir ton resim çektim; işte bunlardan bazıları....










Yorum senin....

30 Ocak 2014 Perşembe

İspanyol Meydanı ( Piazza di Spagna)

Herkese merhaba 
çok sarsıntılı ve bol bulutlu bir uçuşun ardından yere inmenin verdiği tarifi imkansız bir sevinçle yeni yazıma başlıyorum...



İspanyol Meydanı...
Sayamadığımız kadar merdivenin olduğu ve sonunda göğe doğru yükselen Trinità dei Monti kilisesinin tüm heybetiyle gözümüzü kamaştırdığı bir buluşma noktası... İstanbul, Kadıköy'ün Boğa'sı, İzmir'in Sevinç Pastanesi nasıl popüler bir buluşma alanı ise İspanyol Meydanı da öyle aslına bakarsanız:)

17.yüzyılda kilisesinin ismiyle anılan bu meydan, burada yaşamış olan İspanyol büyükelçisi sebebiyle isim değişikliğine uğramış. Roman ve barok stilinin hakim olduğu bu meydan merdivenlerinin perspektifi dolayısıyla genişleyerek açılıyor.

İspanyol Merdivenleri ( Scalinata Trinita dei Monti) yaklaşık 135 basamak. Papa Benedict XIII isteği üzerine Francesco de Sanctis ve Alessandro Specchi tarafından tasarlanarak inşa edilmiş. Bu merdivenlerde hava güzel olduğunda yayılıp güneşlenmek bir Roma ritüeli... Güneş gözlüklerinizi takın ve etraftaki sesleri dinleyin; binlerce kişi, birçok farklı dil... Ya da bizim çocuklar gibi yapın. Bir grup Amerikan öğrenci ile mini bir konser düzenleyin. Hatta onlara Türkçe şarkı söyletmeye çalışın. Onları o halde gördüğüm sahneyi hiç unutamam, hayatımın en neşeli karelerinden biriydi:) Sizleri çok özledim...



Neyse konumuza geri dönelim. Merdivenlerin başındaki Trinita dei Monti fransız stilinde inşa edilmiş deniyor. Binanın önünde ise bir obelisk dikkatimizi çekiyor. ( Kleopatra'nın iğneleri bunlar, belki de Mısır'dan getirildiğini düşünürsek mantıklı. Aslında Romalı askerlerin yollarını bulmaları için dikilmişler; Roma'da çok var bu dikilitaşlardan. Ya bir zaferi anlatıyorlar ya da bir yön gösteriyorlar.)



İspanyol Meydanı'nın başka bir özelliği de yakınlarında inanılmaz lüks mağazaların bulunduğu sokaklar var. Ayrıca bu meydanda bir sürü tv programı ve film çekimleri yapılmış. Bunlardan başka İngiliz şair John Keats'in evi de burada, merdivenlerin sağında. Ev şu anda bir müze ve bahsi geçen İspanyol büyükelçisi de bu evde yaşamış. Çok popüler bir yer yani...



Merdivenlerin bitiminde bir çeşme göreceksiniz. İsmi Fontana della Barcaccia. İsminden de anlaşıldığı üzere bir tekneyi simgeliyor. Bu çeşmenin elbette bir öyküsü var. Tiber nehrinin taşması sonucu 1500lerde meydan sular altında kalmış ve sular çekildiğinde karaya oturmuş bir tekne bulunmuş. Dönemin ünlü heykeltıraşlarından Bernini de çeşmeyi bu olaya atıfta bulunarak tekne şeklinde yapmış oğlu Lorenzo ile.

Meydan daha bitmedi... Merdivenlerden inip sola devam ederseniz karşınıza Luigi Poletti'nin 12m uzunluğundaki Meryam Ana sütununu göreceksiniz. Bu sütunun ismi Colonna dell'Immacolata Concezione. Tema doğal olarak saflık, temizlik; fakat sembol olarak uzun süren Chinea savaşı sonrası patlak veren krizin son bulması. Bu sütun 8 Aralık 1857 yılında 220 itfaiyecinin yardımları sayesinde dikiliyor ve 1923 yılından bu yana itfaiyeciler heykelin etrafında toplanıp çiçekler bırakarak anma töreni gerçekleştiriyorlar.

Sütunun alt kısımına baktığınızda dört tane daha heykel göreceksiniz. Musa, Davud, İşaya ve Hezeikel peygamberler. Bu heykelleri dört farklı heykeltıraş yapmış. Bu durum İtalyanlar tarafından Pasquinata olarak isimlendiriliyor; yani ironik bir ifade.



Bu yazı da bu kadar...



29 Ocak 2014 Çarşamba

Mutluluk sence ne?

Bu yazıyı yazmak Yıldız Silier'in "Oburluk Çağı" adlı kitabını okurken aklıma geldi. Belki bir beyin fırtınası olur diye düşündüm.

Sayın Silier diyor ki:


" ... çikolata yemenin insana mutluluk hissi vermesinden yola çıkarak, böylesi haz anlarındaki beyin fonksiyonları incelenerek mutluluğun serotinin gibi kimyasalların faaliyetine dayandığı keşfedildi. Böylece, deneklerin beyinlerine elektrotlar bağlanarak, en çok haz aldıkları anlarda beynin hangi bölgesinin, nasıl aktive olduğuna bakılarak, benzer hisleri yaratacak antidepresan ilaçlar geliştiriliyor. Öte yandan, ulusların mutluluğunu ölçmek için "yaşam kalitesi endeksleri" gibi ölçütlerden yararlanılıyor. Ama işin tuhafı, İskandinav ülkeleri gibi yaşam kalitesinin en yüksek olduğu yerlerde yaşayanların mutlu olması gerekiyor; fakat intihar oranlarının en yüksek olduğu yerlerden biri aynı zamanda. İstatistikler orada yaşayanların mutlu olması gerektiğini söylese de durum ortada. Sonuçta mutluluğa öznel ve nesnel bakış açılarından  baktığımızda bambaşka sonuçlara ulaşıyoruz ve bu paradoksu çözmek çok zor gözüküyor. Aklımızda şöyle bir soru kalıyor: Mutluluğu daha iyi anlamak için ona içten mi (öznel) yoksa dıştan mı (nesnel) bakmalıyız?"

Bence oldukça güzel bir yerden yakalamış konuyu Yıldız Silier. Yakın zamanlarda kendimce çok zor sınavlardan geçmiş biri olarak (hepimiz yaşadığımız sürece böyle sınavlar veriyoruz) mutluluk özneldir diyorum.Nesnel olarak değerlendirilen mutluluk dış etkenlere bağlıdır ve değişkenlerle doğru orantılı olarak bir vaha gibidir bence. Kapitalizmin keskin soluğu altında sürdürdüğümüz yaşamımızdaki mutluluk kaynakları sınırlı fikrimce. Mutluluğu yakalamanın ya da mutluluk içimizdedir felsefesinin tamamen ütopya olduğunu
düşünmeme rağmen, insan kendi dinginliğinin içinde ufak ışıltılardan büyük çağlayanlara kadar mutluluğu hissedebilir. Önce kendini tanımalı insan, sonra nelerin onu mutlu edeceğini bilir zaten. Mesele mutluluk nedir değil bence, kendimizi ne kadar tanıyoruz?

Sen ne dersin bu konu hakkında? Nesnel midir mutluluk yoksa öznel mi?

Haydi bu kadar...

uçak korkusu

Bir yeni gün daha ve yeni yazılar...
Kendimi bildim bileli bazı korkularım var; onlar ne yazık ki kaybolacaklarına iyice yer ediyorlar bünyemde.
Bunlardan biri de uçak korkusu!


İnanır mısın "iş seyahatleri pek sık olmaz, sürekli uçağa binmek zorunda kalmam" meslek seçimi kriterlerimden biriydi. Sadece korkumdan kaçmak için değil, çok sevdiğim için de öğretmen olmaya karar verdim. O da ne??? Her sene düzenlemem gereken bir yurt dışı gezim var. Sürpriz!!! Yere indiğim andan itibaren bu gezi benim için başlıyor ama öncesi... Zaman sanki duruyor, sadece kalp atışımın seslerini duyuyorum. Hareketlerim yavaşlıyor ve uçağın kalkış anı tam bir araf benim için. Dante diyor ki " Seni cehennemden arafa gönderiyoruz, kemer ikaz ışıkları sönünce cennette olacaksın!" Ah Dante ah! Ama benim bir Virgilio'm yok ki?! 

Uçak havalanıyor, hele bir de kanatların ordaysam vay halime... Onların sallanışı göz bebeklerimin içinde sanki... İçimden saymaya başlıyorum. 1-2-3... (Eskiden kısık sesle başlayıp yükselen ve tüm yolculuların duyduğu bir sayma stilim vardı. Uçaktan inince de korkunç bir utanç duyduğum için kendimi frenlemeyi öğrendim.) Bulutların üstüne çıkıca işim kolay. Ufak sarsıntılar dışında pek korktuğum olmuyor.

Ve iniş zamanı! Sevinçle karışık başka bir korku. Sonunda ineceğim ve Beatrice beni bekliyor olacak Dante! Beatrice duruma göre cinsiyet değiştirebiliyor:) Büyük ödül lastiklerin yere değdiği an! 

Bilimsel olarak konuyu ele alırsak aslında uçağın düşmesi yüzde çok düşük. Bizim için ürkütücü olansa böyle bir durumda ise kurtulma şansımız çok düşük! Bu konuyu sonraki yazılarımda da ele alacağım. Akşam uçuş var:) Pilotlarımıza ve kabin görevlilerimize sonsuz teşekkürler...

not: bu arada İtalya gezimiz iki senedir müthiş geçti, uçağa binmeye değer!

28 Ocak 2014 Salı

FONTANA DI TREVI

Ünlü aşk çeşmesi...
Roma'yı pek çok kez ziyaret etme fırsatını yakaladım; ama hepsi ya eğitim ya da iş içindi. Neyse paylaşmak istediğim şey bu çeşme ile ilgili birkaç bilgi.

Trevi ismi aslında "Tre Via" dan geliyor; yani üç yol. Üç farklı yönden gelen yer altı suları bu çeşmeyi besliyor. Poli Sarayı'nın bir duvarına yapılmış olan klasik ve barok tarzın karışımı Trevi, aşk çeşmesi olmaktan çok mitolojik bir çeşme. Nicolo Salvi tarafından yapılmış bu çeşmedeki kabartmalara dikkat çekmek isterim. Ortada ayakta duran Poseidon, onu deniz kabuğu şeklindeki arabasını çeken atlılar var hemen altında... Solundaki Demeter ve sağındaki de Hygieia. İmparator Augustus döneminde yapımına başlanıyor. Amaç tabi ki aşıkların buluşma noktası olsun değil ya da onların dilek paralarıyla İtalya ekonomisine katkıda bulunmak hiç değil:) Romalı askerlerin su ihtiyacını karşılamak! Augustus'un damadı Agrippa ise daha geniş düşünen bir adam. Akan suyu Vergine su kemeri ile Pantheon (tanrıların evi) a kadar taşıtıyor. Trevi için Poli Sarayı'nın birkaç odası yıkılıyor ve efsanevi film Tatlı Hayat da popüleritesini arttıyor Trevi'nin.

Ufak bir not: Çeşmeye aslında iki tane demir para atmanız gerekli. İtalya'ya katkı için değil, bir daha geleceğinize söz verirseniz rivayete göre dilekleriniz gerçek oluyormuş e tabi İtalya'ya ufak bir yardım siz de yapın:))

Bu da bu kadar...

Gülümsemek bir sihirdir.

Bu yazı sıradan bir insan tarafından yazılmış, sıradan bir yazıdır; sadece kendim için bir arşiv yapmak istedim. Amaç mı? Amaç sadece zor zamanlarda geriye dönüp "Vayyy be!! Neler düşünmüşüm hadi topla kendini!" demek ya da olumsuz bir güne noktayı koymak için ertesi gün güneşin doğuşunu beklemek niye!? Tam olarak şu anda kameranın objektifini başka bir yere odakla, silkin ve topla kendini demek için... Sen ne istersen onu düşünebilirsin demek için, geri kalanı ayrıntı...

Bugün başımdan herkesin karşılaşabileceği  türden bir olay geçti; ama sonucu GÜLÜMSEMEK BİR SİHİR!
Her zamanki kuaförüme gidip manikür yaptırmak istedim. Her zaman aynı kişi manikür yapmıyor, öyle bir takıntım yok. Her neyse maniküre başladık ve bana dedi ki:

" Sizin manikürünüzü kim yaptı?"
" Diğer arkadaşınız"
"Bakın burada manikürü birden fazla kişi yapınca olmuyor ve ben yaparım sadece"

 Durup bir iki saniye düşündüm. Ona kızabilirdim, "Sen kim oluyorsun da bana yasak koyuyorsun?!" diyebilir; "Tamam tamam sen yapma bırak!" diye tersleyebilirdim. Başka bir taraftan yalan da söyleyebilirdim.
 Mesela;

" Eee şey kendim yapıyorum neden?!" vs.

Ama ona sadece şunu dedim:

" Aaaa ben böyle tercih ediyorum, benim için problem yok sizin için de yoksa?" vee arkasından " Bu saç rengi size çok yakışmış" diyip gülümsedim ona.

Sonra ne mi oldu? Bunu tabi ki sen de biliyorsun. O da gülümsedi, manikürüm süper oldu ve diğer müşterisini kocaman bir gülümsemeyle karşıladı; yani herkes mutlu!

Çok sıradan basit bir olay. Geniş düşünürsen karşındaki sana savunmaya geçtiğinde, sen de ona karşı defansta beklersen, iki inatçı keçi hikayesinin baş kahramanı olursun. Karşındaki insanın o gün ne yaşadığını nasıl hissettiğini bilemezsin. Senin de o gün moralin bozuk olabilir ve mutsuz olabilirsin. Bir dene derim. Karşındakini yargılayıp kızmadan ona bak, güzel bir şey söyle ve gülümse. Tutup sana bu davranışından sonra bağırıp çağıracak değil. Hee bir de şunu dene ben bazen yapıyorum. Karşımda bana kızıp azarlayan insanın bebeklik halini hayal ediyorum hem komik oluyor hem de onun negatif ruh hali beni etkilemiyor. Sana bağıran ve seni dinlemeyen bir insana ağzınla kuş tutsan işe yaramaz, sakinleşmesi için zamana ihtiyacı vardır. O yüzden kendini koru derim.

Şimdilik bu kadar...